7 Şubat 2015 Cumartesi

Kamil Fırat ile Doğu-Batı Ekseninde Fotoğrafa Bakış

  İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin desteklediği ve danışmanlığını Gözde Sunal’ın yaptığı Fotoğrafçılık Kulübü Fotoğraf Eğitim Seminerlerinin bir diğer konuğu Kamil Fırat oldu. Sütlüce Kampüsü’nde gerçekleştirilen eğitim seminerinin konusu “Doğu-Batı Ekseninde Fotoğrafa Bakış” üzerineydi. Seminer boyunca Kamil Fırat’la Doğu ve Batı kültüründe fotoğrafa yönelen bakışın ayrımından yola çıkarak, sorularımıza yanıtlar aradık.

 Kamil Fırat, Doğu-Batı ekseninde fotoğrafa bakışı şu şekilde ele alarak sözlerine başladı: “Dünyanın her coğrafyasında ve kültüründe fotoğraf benzer şekilde kabul görmektedir. Eline fotoğraf makinesi alan tüm insanlar önlerine çıkan her şeyi çekme çabası içerisindedirler. Ancak farklı kültürlerdeki insanlar normal olarak kabul gören görüntülere, farklı bir obje ya da olaymış gözüyle bakarak çekmek isterler. Hatta tüm bunlardan yola çıkarak günümüzde fotoğrafın bir not tutma aracı olarak da kullanıldığı düşünülebilir. Gerçek anlamda ele almak gerekirse Doğu ve Batı kültürlerini irdelemek gerekir. Çünkü Batı’nın kendi dışındakine bakışı ile Doğu’nun kendi dışındakine bakışı arasındaki fark fotoğrafın inşa sürecini belirler.”



   Fotoğrafın İnşasında Bakış ve Gölge…
 “Doğu ve Batı olarak ele aldığımız her iki kültürün de en üstün göstergesi bakıştır. Batılı bir politikacının boşluğa bakarak çektirdiği fotoğraf yoktur. Kitleyle iletişim kurabileceği şekilde çektirir. Bu da ancak bakışla mümkündür. Bunun Batı’daki en iyi örneklerinden biri de Amerikan ordusuna asker alımına teşvik için yapılan Sam Amca’nın afişidir. Sam Amca’yı betimleyen illüstrasyon, izleyenlerin gözünün içine bakmakta ve izleyenleri bu şekilde etkisi altına almakta, yani bire bir iletişim kurmaktadır.
  Doğu’dan örnek vermek gerekirse Türkân Şoray’ın objektife bakarak çekilmiş bir görüntüsünü bulmak zordur. Başka taraflara doğru bakar. Karşısındaki kişilerle bile konuşurken göz göze gelmez. Çünkü onun bakışı tam bir melankolik Doğulu bakışıdır.”  Fırat, Doğu ile Batı arasında görüntüyle birlikte var olan en tipik meselenin bakışa dair olduğunu belirtti ve ekledi: “Doğrudan göz teması kurarak izleyiciyi yakalayan Batılı bakışı ‘ben’ diyen bakış iken, coğrafyamızı kapsayan Doğulu bakışı da ‘sen’ diyen bakıştır. Kendi coğrafyamızda çekilen aile fotoğraflarını incelediğinizde hiç kimsenin objektife bakmadığını göreceksiniz. İşte bu, bir yandan da iletişim kırılmasıdır aslında. Şöyle açıklayabiliriz ki parti liderlerinin yer aldığı bir billboard reklamının önünden otobüsle geçiyorsunuz. Sahip olduğunuz bu kısıtlı algılama süreniz içerisinde onunla sağlıklı bir iletişim kurabilmeniz için tek şey olması gerekir: Bakışın sizi yakalaması. Sizi yakalayacak olan bakış ise ‘ben’ demelidir.”
  Konuşmacımız görüntüde iki kültür arasındaki bir diğer önemli unsur olan gölgeye de değindi: “Doğu ve Batı’ya özgü sanat yapıtları üzerinde konuştuğumuzda minyatürler ile Batılı resimleri karşılaştırırız. Genel tabirle minyatürler iki boyutlu ve perspektiften yoksundurlar. Batı resimlerinin içinde ise perspektif vardır. Nereye giderseniz gidin bu mantıkla kabul görür. Ancak bunların dışında her iki coğrafya görüntü adına çok önemli bir unsur barındırır: Gölge. Gölge, bir nesnenin görüntüsü değildir. Sizin bir yerdeki varlığınızı kanıtlayan şeydir. Özetle, nesnenizin orada olması değil, orada bıraktığınız izdir. Örnek verecek olursak: Tuz Gölü’nün içine giren insanın ya da bütün duvarları beyaza boyanmış bir odadaki canlının bir süre sonra yön duygusunu kaybedebilecek olması gibi. Dolayısıyla yön duygusu çok önemlidir. Bunu belirleyen de yine gölgedir. Gölge bir nesnenin kendini ortaya koyabilmesini ve aidiyetlik kurabilmesini sağlar.” Mesela, beni fotoğraf karesine dâhil etmeden gölgemle de var edebilirsiniz. O yüzden gölge ötekiliğin görsel temsillerinden biridir. Doğu ile Batı arasındaki fark ortaya koyulmaya başlandığında, bu meselenin de ortaya koyulması gerekir. Yani gölge nasıl kullanılır, nasıl yapılandırılır ve fotoğraf karesi içerisinde nasıl yer alır gibi sorular iki farklı coğrafya dediğimiz olguyu karşılaştırmada karşımıza çıkar.”


  Kamil Fırat, dil bağlamı açısından da fotoğrafı değerlendirdi: “Fotoğraf doğası gereği müdahale gerektirir. Fotoğrafta görülmeyeni görünür kılarak açığa çıkarma çabası vardır. Fotoğrafın hesaplaşma tarafından da bahsetmek gerekirse her fotoğraf birer yüzleşmedir. Hem kişinin kendisiyle yüzleşmesidir hem de karşısındaki nesneyle yüzleşmesidir. Fotoğraf üretirken eğer kültürel farklar, kültürel kodlar ve iletişimin doğru kurulması gibi dertleriniz varsa o zaman dikkat edilmesi gereken noktalar da vardır. Bunlardan birisi de dildir. William Shakespeare’i anlamanız için İngilizce bilmeniz yeterli değildir. Sokağın dilini bilmeniz gerekir. Bir yeri fotoğraflarken de o yerin kültürünü, yaşam şekillerini, geleneklerini yani o bölgenin esprisini bilmeniz gerekir. İşte gerçek fotoğraf o zaman ortaya çıkar.  Fotoğraf, onu en iyi şekilde icra eden fotoğraf sanatçıları tarafından elde edilir. Yani fotoğraf bir üst dildir. Fotoğrafı öğrenmenin yolu, fotoğrafın içeriğini öğrenmek değil fotoğrafın yapısallığını öğrenmekten geçer. Bu yüzden fotoğrafın hem temelinin hem de yapısallığının öğrenilerek düşünülmesi gerekir. Tüm bunlardan yola çıkarak şöyle diyebiliriz: Fotoğraf üretmenin tek bir koşulu vardır, o da fotoğrafın diliyle düşünmektir ancak bu şekilde bir iletişim objesi olarak kullanılabilir.
  Kamil Fırat estetik konusuna ise şöyle değindi: “Her bir nesnenin kendisine ait estetiği vardır. Batı’da estetik kendi başına bir yaşam biçimi olarak görülmektedir. Estetik kelimesi sadece bir güzellik bilimi olarak algılanmamalı, bir yaşam biçiminin ortaya koyulduğu bilinmelidir. En çok kullanılan bir diğer kavram da estetik olmaktır. Estetik olmak ise bir güzellik biçimini dayatmak olarak görülür. Bazı coğrafyalarda ‘güzel olan’ kabul görür ve bu şekilde dünya güzeller ve çirkinler olarak kategorize edilmiş olur. Ancak bu yanlıştır. Her nesnenin kendi güzelliğinin olduğu kabul edilmelidir. Nesnelere ve olaylara bu şekilde bakılabildiğinde gerçek iletişim ortaya çıkar.”
“Resim ise fotoğraf kadar yaygın kullanılmamıştır. Fotoğraf; gazeteler, dergiler ve diğer basılı mecralarla birlikte çok farklı alanlarda kullanılan bir sistem olmuştur. Bütün nesneleri açığa çıkararak dünyayı farklı göstermiştir. Fotoğraf bulunana kadar soylular resmedilmiş, fotoğrafla birlikte sokaktaki insanlar da görülür olmuştur. Çekilme nedeni sanat kaygısı değil, durumun tespitidir. Bugünün dünyasında herkesin varlık nedeni görüntüye bağlıdır.”

  Fırat, şu sözleriyle konuşmasını sonlandırdı: “Yönetmenliğini  Luc Besson’un yaptığı Leon (Sevginin Gücü) filminde tetikçi öğrencisine şöyle der: ‘Kullanmasını öğrendiğin ilk silah dürbünlü tüfektir. Çünkü vuracağın kişiyle arandaki mesafeyi korumanı sağlar. Kişiye ne kadar yaklaşırsan profesyonelliğe o kadar yaklaşabilirsin. Bıçak mesela, öğrendiğin son alettir.’ Karakterin bu sözlerini fotoğrafın oluşumuyla şu şekilde ilişkilendirebiliriz. Bilindiği gibi fotoğrafa başlayan herkes ilk başta tele objektife sahip olmak ister. Sonrasında nesneye yaklaşmaya başlar. En sonunda öyle bir yaklaşır ki fotoğrafını çekeceği kişinin nefesini hissetmek zorunda kalır. Çünkü siz onun nefesini hissettiğinizde o da sizi hisseder. Fotoğraf işte o zaman vardır. His olmazsa fotoğraf da olmaz.” 

İTALİK MİZANPAJ: 




Söyleşi: Seda Şakiroğlu  
İTALİK Dergisi - 19. Sayı
#italik  #TicaretFotograf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder