İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim
Fakültesi’nin desteklediği ve danışmanlığını Gözde Sunal’ın yaptığı
Fotoğrafçılık Kulübü Fotoğraf Eğitim Seminerlerinin bir diğer konuğu Kamil
Fırat oldu. Sütlüce Kampüsü’nde gerçekleştirilen eğitim seminerinin konusu
“Doğu-Batı Ekseninde Fotoğrafa Bakış” üzerineydi. Seminer boyunca Kamil
Fırat’la Doğu ve Batı kültüründe fotoğrafa yönelen bakışın ayrımından yola
çıkarak, sorularımıza yanıtlar aradık.
Kamil
Fırat, Doğu-Batı ekseninde fotoğrafa bakışı şu şekilde ele alarak sözlerine
başladı: “Dünyanın her coğrafyasında ve kültüründe fotoğraf benzer şekilde kabul
görmektedir. Eline fotoğraf makinesi alan tüm insanlar önlerine çıkan her şeyi
çekme çabası içerisindedirler. Ancak farklı kültürlerdeki insanlar normal olarak
kabul gören görüntülere, farklı bir obje ya da olaymış gözüyle bakarak çekmek
isterler. Hatta tüm bunlardan yola çıkarak günümüzde fotoğrafın bir not tutma
aracı olarak da kullanıldığı düşünülebilir. Gerçek anlamda ele almak gerekirse
Doğu ve Batı kültürlerini irdelemek gerekir. Çünkü Batı’nın kendi dışındakine
bakışı ile Doğu’nun kendi dışındakine bakışı arasındaki fark fotoğrafın inşa
sürecini belirler.”
Fotoğrafın İnşasında Bakış ve Gölge…
“Doğu ve Batı olarak
ele aldığımız her iki kültürün de en üstün göstergesi bakıştır. Batılı bir politikacının
boşluğa bakarak çektirdiği fotoğraf yoktur. Kitleyle iletişim kurabileceği
şekilde çektirir. Bu da ancak bakışla mümkündür. Bunun Batı’daki en iyi
örneklerinden biri de Amerikan ordusuna asker alımına teşvik için yapılan Sam
Amca’nın afişidir. Sam Amca’yı betimleyen illüstrasyon, izleyenlerin gözünün
içine bakmakta ve izleyenleri bu şekilde etkisi altına almakta, yani bire bir
iletişim kurmaktadır.
Doğu’dan örnek
vermek gerekirse Türkân Şoray’ın objektife bakarak çekilmiş bir görüntüsünü
bulmak zordur. Başka taraflara doğru bakar. Karşısındaki kişilerle bile
konuşurken göz göze gelmez. Çünkü onun bakışı tam bir melankolik Doğulu
bakışıdır.” Fırat, Doğu ile Batı arasında
görüntüyle birlikte var olan en tipik meselenin bakışa dair olduğunu belirtti
ve ekledi: “Doğrudan göz teması kurarak izleyiciyi yakalayan Batılı bakışı
‘ben’ diyen bakış iken, coğrafyamızı kapsayan Doğulu bakışı da ‘sen’ diyen
bakıştır. Kendi coğrafyamızda çekilen aile fotoğraflarını incelediğinizde hiç
kimsenin objektife bakmadığını göreceksiniz. İşte bu, bir yandan da iletişim
kırılmasıdır aslında. Şöyle açıklayabiliriz ki parti liderlerinin yer aldığı
bir billboard reklamının önünden otobüsle geçiyorsunuz. Sahip olduğunuz bu kısıtlı
algılama süreniz içerisinde onunla sağlıklı bir iletişim kurabilmeniz için tek
şey olması gerekir: Bakışın sizi yakalaması. Sizi yakalayacak olan bakış ise
‘ben’ demelidir.”
Konuşmacımız
görüntüde iki kültür arasındaki bir diğer önemli unsur olan gölgeye de değindi:
“Doğu ve Batı’ya özgü sanat yapıtları üzerinde konuştuğumuzda minyatürler ile
Batılı resimleri karşılaştırırız. Genel tabirle minyatürler iki boyutlu ve
perspektiften yoksundurlar. Batı resimlerinin içinde ise perspektif vardır.
Nereye giderseniz gidin bu mantıkla kabul görür. Ancak bunların dışında her iki
coğrafya görüntü adına çok önemli bir unsur barındırır: Gölge. Gölge, bir
nesnenin görüntüsü değildir. Sizin bir yerdeki varlığınızı kanıtlayan şeydir.
Özetle, nesnenizin orada olması değil, orada bıraktığınız izdir. Örnek verecek
olursak: Tuz Gölü’nün içine giren insanın ya da bütün duvarları beyaza boyanmış
bir odadaki canlının bir süre sonra yön duygusunu kaybedebilecek olması gibi. Dolayısıyla
yön duygusu çok önemlidir. Bunu belirleyen de yine gölgedir. Gölge bir nesnenin
kendini ortaya koyabilmesini ve aidiyetlik kurabilmesini sağlar.” Mesela, beni
fotoğraf karesine dâhil etmeden gölgemle de var edebilirsiniz. O yüzden gölge
ötekiliğin görsel temsillerinden biridir. Doğu ile Batı arasındaki fark ortaya koyulmaya
başlandığında, bu meselenin de ortaya koyulması gerekir. Yani gölge nasıl
kullanılır, nasıl yapılandırılır ve fotoğraf karesi içerisinde nasıl yer alır
gibi sorular iki farklı coğrafya dediğimiz olguyu karşılaştırmada karşımıza
çıkar.”
Kamil
Fırat, dil bağlamı açısından da fotoğrafı değerlendirdi: “Fotoğraf doğası gereği
müdahale gerektirir. Fotoğrafta görülmeyeni görünür kılarak açığa çıkarma
çabası vardır. Fotoğrafın hesaplaşma tarafından da bahsetmek gerekirse her fotoğraf birer yüzleşmedir. Hem kişinin
kendisiyle yüzleşmesidir hem de karşısındaki nesneyle yüzleşmesidir. Fotoğraf
üretirken eğer kültürel farklar, kültürel kodlar ve iletişimin doğru kurulması
gibi dertleriniz varsa o zaman dikkat edilmesi gereken noktalar da vardır.
Bunlardan birisi de dildir. William Shakespeare’i anlamanız için İngilizce
bilmeniz yeterli değildir. Sokağın dilini bilmeniz gerekir. Bir yeri
fotoğraflarken de o yerin kültürünü, yaşam şekillerini, geleneklerini yani o
bölgenin esprisini bilmeniz gerekir. İşte gerçek fotoğraf o zaman ortaya çıkar. Fotoğraf, onu en iyi şekilde icra eden fotoğraf
sanatçıları tarafından elde edilir. Yani fotoğraf bir üst dildir. Fotoğrafı
öğrenmenin yolu, fotoğrafın içeriğini öğrenmek değil fotoğrafın yapısallığını
öğrenmekten geçer. Bu yüzden fotoğrafın hem temelinin hem de yapısallığının
öğrenilerek düşünülmesi gerekir. Tüm bunlardan yola çıkarak şöyle diyebiliriz: Fotoğraf
üretmenin tek bir koşulu vardır, o da fotoğrafın diliyle düşünmektir ancak bu
şekilde bir iletişim objesi olarak kullanılabilir.
Kamil Fırat estetik konusuna ise şöyle değindi: “Her bir nesnenin
kendisine ait estetiği vardır. Batı’da estetik kendi başına bir yaşam biçimi
olarak görülmektedir. Estetik kelimesi sadece bir güzellik bilimi olarak algılanmamalı,
bir yaşam biçiminin ortaya koyulduğu bilinmelidir. En çok kullanılan bir diğer
kavram da estetik olmaktır. Estetik olmak ise bir güzellik biçimini dayatmak olarak
görülür. Bazı coğrafyalarda ‘güzel olan’ kabul görür ve bu şekilde dünya
güzeller ve çirkinler olarak kategorize edilmiş olur. Ancak bu yanlıştır. Her
nesnenin kendi güzelliğinin olduğu kabul edilmelidir. Nesnelere ve olaylara bu
şekilde bakılabildiğinde gerçek iletişim ortaya çıkar.”
“Resim ise fotoğraf kadar yaygın kullanılmamıştır. Fotoğraf; gazeteler,
dergiler ve diğer basılı mecralarla birlikte çok farklı alanlarda kullanılan
bir sistem olmuştur. Bütün nesneleri açığa çıkararak dünyayı farklı
göstermiştir. Fotoğraf bulunana kadar soylular resmedilmiş, fotoğrafla birlikte
sokaktaki insanlar da görülür olmuştur. Çekilme nedeni sanat kaygısı değil,
durumun tespitidir. Bugünün dünyasında herkesin varlık nedeni görüntüye bağlıdır.”
Fırat, şu sözleriyle konuşmasını sonlandırdı: “Yönetmenliğini Luc
Besson’un
yaptığı Leon (Sevginin Gücü) filminde tetikçi öğrencisine şöyle der: ‘Kullanmasını
öğrendiğin ilk silah dürbünlü tüfektir. Çünkü vuracağın kişiyle arandaki
mesafeyi korumanı sağlar. Kişiye ne kadar yaklaşırsan profesyonelliğe o kadar
yaklaşabilirsin. Bıçak mesela, öğrendiğin son alettir.’ Karakterin bu sözlerini fotoğrafın
oluşumuyla şu şekilde ilişkilendirebiliriz. Bilindiği gibi fotoğrafa başlayan
herkes ilk başta tele objektife sahip olmak ister. Sonrasında nesneye
yaklaşmaya başlar. En sonunda öyle bir yaklaşır ki fotoğrafını çekeceği kişinin
nefesini hissetmek zorunda kalır. Çünkü siz onun nefesini hissettiğinizde o da
sizi hisseder. Fotoğraf işte o zaman vardır. His olmazsa fotoğraf da olmaz.”
İTALİK MİZANPAJ:
Söyleşi: Seda Şakiroğlu
İTALİK Dergisi - 19. Sayı
#italik #TicaretFotograf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder