Fotoğrafçılık Kulübü Haftası kapsamında düzenlenen
seminerlerin son durağında ise dünyaca tanınmış fotoğraf sanatçısı Ersin Alok üniversitemizin
konuğu oldu. Doğa Fotoğrafçılığı’ndan ve dağ fotoğrafçısı olmanın gerektirdiği
inceliklerden bahsederek etkileyici sunumunu bizlerle paylaştı. Yaptığı
çalışmalar, gidip gördüğü ülkeler ve devam etmekte olan projeleri ile
seyahatleri hakkında gözlemlerini anlattı. Ersin Alok arkeoloji,
jeomorfoloji ve resim alanlarına da ilgisi olduğunu belirterek Doğa
Fotoğrafçılığı’ nın gün ışığıyla başlayıp gün ışığı ile biten süreç içerisinde
bir yol olduğunu söyledi. Doğa Fotoğrafçılığı ile insan arasında ki ilişkiden söz
ederek konuşmasına başladı: “Doğayı tanımak ilk önce doğanın
içindeki ışığı tanımaktır. Işık yoksa doğayı göremezsiniz. Fotoğrafta da en
önemli etken ışıktır. Fotoğrafçı ışığı yorumlamasını bilen kişilerden biridir.
Fotoğrafçının ışığı yorumlayabilmesi için fotoğrafın ana prensibi olan lekeyi
bilmesi gerekmektedir. Bir fotoğraf yüzeyinde gördüğünüz her şey lekeler
birlikteliğinden oluşur. Eğer leke yoksa ışıktan, ışık yoksa fotoğraftan söz
edilemez. Işığın oluşmasında ise üç leke türünden bahsedebiliriz: koyu leke,
açık leke ve orta leke. Bu üç leke birlikte kullanıldığında dört nokta
arasındaki düzlem ve onun mimarisi fotoğrafın dengesini ve estetik kavramını
ortaya çıkarır. İçinde estetik kavramı, mimari dokusu olmayan herhangi bir
fotoğrafın pek de bir anlamı yoktur.
Fotoğrafta beyaz leke arka planı
anlatır. Arka plan sonsuzluğa giden bir derinlik anlamındadır ve onun anlamı da
fotoğrafın oluştuğu dünyayı anlatmasıdır. Fotoğrafta gri leke ise ana fikrin
verildiği yerdir. Siyah leke ise sondur ve görseli sınırlar. Bu üç leke ile
fotoğrafın anlamı oluşmaktadır. Bu da fotoğrafa ayrı bir değer katarak fotoğrafın
mimarisini görmenizi sağlar.”
Ersin Alok, Doğa Fotoğrafçılığı’nın en
önemli noktalarından birinin fotoğrafın neyi anlatmak istediğini bilmesi gerektiğini
söyleyerek sözlerini devam ettirdi: “Doğa Fotoğrafçılığı’nda fotoğrafı çeken
kişinin ne gördüğü önemlidir. Bu fotoğraf dalında en önemli konu fotoğrafı manual
system içinde çekmektir. Neden manuel system diye sorarsanız fotoğraf değerlerini
istediğiniz şekilde ayarlayabilir ve doğaya nasıl bakıyorsanız bunu fotoğrafta
da aynı şekilde gösterebilirsiniz. Baktığınız doğada isteğe uygun görüşü hangi
tonda yansıtmak istediğinize karar verebilir, çektiğiniz fotoğrafın nasıl bir
amaca intikal etmesi gerektiğini belirleyebilirsiniz. Kısaca diyebiliriz ki
Doğa Fotoğrafçılığı’ nda amaca yönelik fotoğrafın deklanşörüne basmış olmak
önemlidir.”
Fotoğrafçı doğadaki her şeyin fotoğrafa
hizmet edebileceğini söyledi: “Doğada
gördüğünüz her şey fotoğraf olabilir. Tabi bunun da belirli türevleri vardır.
Mesela jeomorfolojik yapıda bir kayayı çekmek düşündüğümüzden daha da zordur.
Fotoğrafı büyüttüğümüzde detayların kaybolmaması için makine farkınızın çok iyi olması
gerekmektedir.
Doğa fotoğrafının yaşaması için yeşille beslenmesi
gerekir. Burada ki yeşil ile daha çok jeomorfolojik yapının dışında kalan bitkilerden
söz edilmektedir. Fotoğrafta doğadan gelen en önemli kaynak ise var olan
arkeolojik yapının kullanılmasıdır. Bir diğer önemli alan da yaşamla ilgili
çalışmalardır. Mesela insanlar doğada hangi sembolleri kullanıyorlar? Baktığımızda
eski çağlardan günümüze kadar tüm insanlık tarihinin semboller aracılığıyla
yaşamlarını sürdürdüklerini görürüz. Bu
yüzden semboller insan hayatında önemli bir etkiye sahiptirler ve fotoğraf
sembollerin bir araya gelerek anlam ifade ettiği bir dizi olarak ortaya çıkmaktadır.
Çektiğiniz fotoğrafı masaya yatırdığınızda ortaya çıkan semboller bütünü ise size
fotoğrafı gösterecektir.
Fotoğraf bir duygunun emilme
meselesidir. Gördüğünüz bir şeyi fotoğrafta yaşatmak için verdiğiniz çaba,
gayesine ulaşmış ise doğru bir iş yapmışsınız demektir.”
Alok, Doğa Fotoğrafçılığı üzerine
hazırlamış olduğu şiirsel sunumunun ardından dağlarda geçirdiği zaman
dilimlerinden de şöyle bahsetti: “ Dağda her akan suyu içemezsiniz. O sırada
yapılabilecek en güzel şey beş-on kare fotoğraf aldıktan sonra sırtında
taşıdığın termostan bir yudum kahve içmektir. Mesela dağda ışıksız kaldığınızda
artık yapabilecek hiçbir şeyiniz kalmamıştır.
Güneş batmış ama ay doğmamıştır. Gece çadırınızdan dışarıya çıktığınızda
fotoğraf yoktur ama var olan sizsinizdir. Doğanın vahşiliğini işte o zaman
hissetmeye başlarsınız. Işık geldiğinde
ise anlatmak istediğiniz konuyu size zaten gösterecektir. Sizin ise karar
vermeniz gereken nokta konuyu hangi zaman diliminde çekmeniz gerektiğidir ve
bilmeliyiz ki Doğa Fotoğrafçılığı’nda hata payı çok azdır.
Neden dağlarda olduğumu sorarsanız
cevabım şu olacaktır: ‘Beni etkileyen şeyi yaşamak için oradayım’ Aynı zamanda
kendi içimde yaşadıklarımın yanında birde izleyenlere yaşatmak istediklerim vardır.
Eğer ben, çektiğim fotoğraflarla içinizde ‘keşke bende orada olsaydım’
duygusunu uyandırabiliyorsam işimi tam anlamıyla yapmış sayılırım.”
Sanatçımız, ‘İnsanlık tarihinin çok
önemli bir konusu vardır, o da paylaşmak’ diyerek konuşmasını sonlandırdı: “İnsanın
içinde bir hesaplaşma vardır ve tam da o noktada doğayla anlaşmaya varılır.
İnsan doğayla ortaya çıkan anlaşmayı fotoğraf aracılığıyla da olsa paylaşmak
ihtiyacı duyar. Fotoğraf duyguların paylaşılmasıdır.”
İTALİK MİZANPAJ:
Söyleşi: Seda Şakiroğlu
İTALİK Dergisi - 20. Sayı
#italik #TicaretFotograf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder