6 Şubat 2015 Cuma

BİR KÜLTÜR MİRASI TÜRK KAHVESİ

image

Kültürümüzün bir parçası ve en hareketli sohbetlerin bahanesi, keyifli hatıraların şahidi, kimilerinin de kahvaltı sonrası vazgeçilmezi olarak Türkleri temsil eden bir içecek. Nerede ve kiminle içtiğine göre değişen,  yeni bir günün olmazsa olmazı, beklenmedik anda önüne gelen sıcak bir ikram, derin sohbetler eşliğinde hayır diyemeyeceğiniz bir teklif Türk Kahvesi.
Vapur güvertesinde ya da verilen kısa bir molada, bütün aileyi bir araya toplayan ve içerisine girdiği ortamlardan sunumuna dumanı tütmeye devam eden bir dünya. Kimi zaman içten bir konukseverlik, yudumluk bir soluklanma, kimi zaman da telvesine karışmış bir nostalji ve biraz da huzur… Küçük bir fincanla günün yorgunluğunu üzerinizden atmanıza yardımcı olurken; kurulmasına sebep olduğu kahvehaneler ile sosyal hayatı canlandıran ve keyifli sohbet ortamlarıyla da arkadaşlıkları pekiştiren özel bir içecek Türk Kahvesi.
Geçmişten günümüze, adı ve damakta kalan tadıyla girdiği her ortamda fark edilen,  Türklere özgü bir içecektir bu. Küçük porselen bir fincanda gelir önümüze. Ve biz Türkler o küçücük fincana, kahve değil kırk yıllık bir hatır doldururuz aslında. Kırk yıllık hatırıyla birlikte kendine özgü tadı, pişirilişi ve ikramı olan tek içecektir. Eskilerde asalet göstergesi olarak buyur edilen Türk Kahvesinin henüz önünüze gelmeden önce sizi cezbeden kokusuysa cabasıdır. Geçmişten günümüze taşıdığı geleneklerle hareketli sohbetlere ortam hazırlayan bir fincanlık bahanedir.
Kahve’nin tarihteki yerine de değinecek olursak; Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde, Habeşistan’dan İstanbul’a gelmiş, kısa sürede benimsenmiş ve zamanla da Osmanlı’dan Avrupa’ya geçmiştir. İlk İstanbul kahvelerinin, asillerin ve o dönemin soylularının toplantılarına eşlik ettiği, önemli kararların alınma aşamasında bir adım olarak sayıldığı ve sonraları büyük sofralarda zenginlik ifadesi olarak sunulmaya başlandığı bilinmektedir. Sonrasında kahvenin İstanbul’a gelmesiyle ilk kahvehanelerde boy göstermeye başlamıştır. İstanbul’da açılan ilk kahvehaneler seçkin kesimler tarafından tavla, satranç gibi oyunları oynamak, bir araya gelerek sanat söyleşileriyle tartışmaları yapmak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Eski dönemlerin sosyalleşme alanları olarak tarihe geçen kahvehaneler, günümüzde çoğunlukla yaş grubu ellinin üzerinde olan ya da yirmi ile yirmi beş yaş arası delikanlıların boş zamanlarını geçirdiği yer olarak bilinmektedir.
image
Kahvenin şehre uğraması ve kültürümüzce de benimsenmesinin ardından kısa süre içerisinde saray mutfağındaki yerini aldığı görülmüştür. Köklü bir kültürlerarası alışverişten sonra Türk Kahvesi, saray mutfaklarından hanlara ardından da evlere girmiş ve vazgeçilmezimiz olan bir tat haline gelmiştir.
Ayrıca günümüzde kahveyi öğütmek için kullanılan makinalar yerine eskiden kömür ateşindeki dibeklerin kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca kültürümüze has güğüm ve cezvelerde pişirilme yöntemleriyle de Türk Kahvesi adını almış, Osmanlı’dan sonra Avrupa’da da bir süreliğine adını korumuştur.
Kültürler arası yolculuğundan miras kalan birde sunumu vardır Türk Kahvesinin. Önceleri toplumsal bir içecek olarak görülen içeceğin belli kesimlerce kişiye özel olarak tek kişilik cezvelerde yapılıp, ikram edildiği bilinmektedir. Bu da o dönemlere özgü bir saygı ve görgü kuralı olarak kabul edilmektedir. Ayrıca kahvenin soğumasını yavaşlattığı düşünülerek bol köpüklü olmasına ve ağızda uzun süre bir tat bırakması için yoğun kıvamda yapılmasına özen gösterilirdi. Türk Kahvesi yıllarca halkımızın misafirperverliği ve sevgi-saygı göstergesinin de en büyük örneği olarak kabul edilir oldu.
Birde anneannelerimizin eskiden kalma pişiriliş yöntemi vardır. Şöyle anlatır büyüklerimiz: “kahvenin suyu servis edilecek olan fincanla ölçülerek koyulur. Kısık ateşte ve ağır ağır pişirilir. Kahvenin köpüklü olması için küçükte olsa bir hilemiz vardır. İlk olarak cezvenin üstündeki köpüğün bir kısmı fincana boşaltılır. Ardından cezvedeki kahve tekrar köpürene kadar ocakta tutulur. Geriye kalan kısmı da fincanlara boşaltılır. Kahvenin yanında bir bardak su ikram etmek adettendir. Bunun sebebi de kahveyi içmeden önce ağzı diğer tatlardan arındırmak ve kahvenin boğaza yapışmasını engellemektir.”
Günümüzde suyun önemi bu şekildedir ancak Osmanlı zamanında misafire kahvenin yanında su ikram edilmesinin sırrı misafirin açsa suya, toksa kahveye uzanması olarak bilinir ve eğer suyu alırsa hemen sofra kurulurdu.
image
Geçmişten günümüze kahve dedik. Şu noktaya da değinmeden geçemeyiz. Eskiden kahve pahalı, lüks ve halkın ancak özel günlerde tadına varabildiği bir içecek olma özelliğini taşıyordu. Buda kahvenin geçmişteki ününü ve yerini daha da sağlamlaştırmıştır. Günümüzde ise kahve, hem ürün hem de fiyat çeşitliliğiyle kolayca bulabileceğimiz ve sıradan günlerin her anında tercih edebileceğimiz bir içecektir.
Koyu sohbetlerin bahanesidir Türk Kahvesi. Yıllardır hayatımızda yer etmiş hatıralar bir fincan Türk Kahvesi eşliğinde dökülür dudaklarımızdan. Bittiğinde ise dibinde meşhur telvesi birikir. Kimileri tarafından telvenin fincan dibinde oluşturduğu şekiller çeşitli anlamlara yorularak dile getirilir.
Türk Kahvesinin sırrı anlatmakla bitmez ki nice asırlardır aramızdadır. Denilir ki: Bir fincan kahvenin bile kırk yıl hatırı vardır.
Hemen şimdi mutfağa gidip kendinize bir fincan Türk Kahvesi yapabilir ve bu yazıyı bir de kahveniz eşliğinde tadını çıkararak okuyabilirsiniz. Keyifli yudumlamalar.
Bu arada benimki de orta şekerli olsun lütfen.


*Bir fincan kahveye, saklanmış sohbet, 
Gel beraber içelim, diller konuşsun. 
Nefreti yok ettik, sevgi müebbet, 
Diller yorulursa, kalpler konuşsun. 


MİZANPAJ:
 image
Kaynak:




Yazı ve Fotoğraf: Seda Şakiroğlu  
İTALİK Dergisi - 18. Sayı
#italik  #TicaretFotograf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder