7 Şubat 2015 Cumartesi

Erol Doğaner ile Vahşi Yaşam Fotoğrafçılığı

  Bir çok ülkede çalışmaları olan Vahşi Yaşam Fotoğrafçısı Erol Doğaner söyleşimize şu sözleriyle başladı: “Fotoğrafla ilgili alt yapınız yoksa dünyanın en kaliteli objektifine de sahip olsanız fotoğraf üretemezsiniz. Üretseniz de fotoğraf olmaz. Çünkü fotoğrafta her şey anlıktır. Fotoğrafı gördüğünüzde deklanşöre bastınız bastınız. Yoksa o anı kaçırırsınız. Sıradan fotoğraf çekmek istiyorsanız her zaman çekebilirsiniz. Ancak önemli olan sıradan fotoğraf değil sıra dışı fotoğraflar çekebilmektir. Vahşi Yaşam Fotoğrafçılığı’da bunu gerektirir.”


  Doğaner, Afrika ve Uganda’da yaptığı çekimlerden söz ederek fotoğrafta kritik anın öneminden bahsetti: “Afrika’ya gitmeden beş yıl önce bölge ile ilgili araştırmalarıma başlamıştım. İlk olarak o bölgeyi fotoğraflayan kişilerin çekimlerini inceledim. Hemen hemen hepsi birbirine benziyordu. Ne yapıp da diğerlerinden farklı fotoğraflar üretebilirim dedim. Bunun için de birinci koşulumu sabır olarak belirledim. Doğru anı bekleyecektim. Çünkü doğru anda deklanşöre bastığınızda doğru görüntüyü yakalarsınız. Kritik an dediğimiz de budur. Fotoğrafı farklı kılan, sıra dışı olmasını sağlayan şey kritik anı yakalamaktan geçer. İşte ben de bu tür fotoğrafları çekmeyi hayal ederek gittim.
 

Ardından dağ gorillerinin fotoğraflarını çekmek için Uganda’ya geçtim. Silverback gorilleri küçük aile grupları halinde yaşadıkları için onları ormanın içinde yürüyerek aramak zorunda kalıyorduk. Silverback’ ler ağaç kabuklarını ve yaprakları yiyerek beslenirler. Biz ormanın içinde ilerlerken önümüzde ve arkamızda ise birer tane silahlı görevli ve ellerinde pala ile gerektiğinde dalları keserek yol açan bir görevli yer alıyordu.


  Goriller son derece sosyal hayvanlardır ama onlara belli bir mesafeden daha fazla yaklaşmak yasaktır. Ayrıca göz teması kurmamanız, aksi takdirde başınızı öne eğerek yavaş yavaş geri çekilmeniz gerekmektedir. Göz teması devam ettiği sürece onlara meydan okumuş oluyorsunuz.”
Fotoğraf sanatçısı Kenya’nın Mara Nehri’nde gerçekleşen göç hareketi hakkında da bizi bilgilendirdi: “Mara Nehri’ndeki göç hareketinden bahsetmek istiyorum. Hayvanlar mevsim değişikliklerinden dolayı gitmek istedikleri yönü tamamen içgüdüsel olarak tespit ederler. Nehrin içinde timsahlar vardır. Hatta yer yer timsahlara yem olan, yanlış geçiş noktasına denk gelip kayan ve ayağını kırıp nehirde kalan hayvanlar da vardır. Afrika’da ki en özel anlardan birisi hayvanların göç anı yani Mara Nehri’nin geçiş anlarıdır.
  Bu fotoğrafları çekerken tehlike var mı diye soracak olursanız elbette vardır. Ancak hayvanları kızdıracak bir şey yapmadığınız sürece size hiçbir şekilde zarar vermeyeceklerdir. Zaten vahşi doğada bir müddet zaman geçirdikten sonra siz de bunun farkına varıyor ve bir tedirginlik ya da korku hissetmemeye başlıyorsunuz. Çünkü artık onları rahatsız edecek bir şey yapmadığınızda onlarında tehlikeli hareketler sergilemeyeceğini anlıyorsunuz.
 


Erol Doğaner kuş fotoğrafçılığıyla ilgili düşüncelerini de bizimle paylaştı ve sözlerine devam etti: “Afrika’ya ilk gittiğimde kuş fotoğrafı çekmekle ilgili hiçbir düşüncem yoktu. Ancak Afrika’da o kadar fazla kuş türüne rastladım ki görüntülemeden edemedim. Türkiye’ye döndüğümde ise Afrika’da sayısı 1500’e yakın kuş türü yaşadığını öğrendim. Afrika’ya ikinci gidişimde ise amacım kuş fotoğrafı çekmekti ve ekipmanımı da bu doğrultuda hazırladım. Hatta türünü bilmediğim çok enteresan bir kuşla karşılaştım ve fotoğrafını çekerek bunu fotoğrafçı bir arkadaşımla paylaştım. Bütün çektiğim fotoğrafları bir tarafa bu fotoğrafı bir tarafa koymamı istedi. Neden diye sorduğumda ise nesili tükenmekte olan ‘ak aylak’ adlı bir kuş türünü fotoğrafladığımı ve bu kuşun fotoğrafını çeken nadir kişilerden biri olduğumu söyledi. Afrika’da kuşlara sadece araçla yaklaşabilirsiniz ve araçtan uzanan tek şey makinanızın objektifidir. Böylece hayvan sizi fark etmez. Zaten bu şartlarda kendinizi saklamazsanız fotoğraf çekemezsiniz. Çünkü kuşlarda avlanma korkusu vardır.
  Belgesel nitelikli bir çalışma yapmak istiyorsanız gittiğiniz bölgedeki insanları, vahşi yaşamı, ve coğrafisiyle bir bütün olarak ele almalı ve fotoğraflarınızı o doğrultuda çekmelisiniz. Ortaya ancak bu şekilde bir belgesel çalışması çıkarabilirsiniz. Mesela televizyonda izlediğiniz belgeseller iki üç ayda çekilmiyor. İnsanlar o belgeseller için gidip bir yıl boyunca yani dört mevsim o bölgede kalabiliyorlar. Bunun içinde o bölgenin hükümetinden özel izin almaları ve oranın koşullarına uygun bir şekilde yaşamaları gerekmektedir.”


  Ardından fotoğrafçımız öğrencilerden gelen sorular doğrultusunda Vahşi Yaşam Fotoğrafçılığı boyunca gerçekten zorlandığı kesitleri anlattı: “Tedirgin olduğum anlar olmadı değil. Mesela Afrika’da gün batımında çok güzel bir erkek aslan vardı. Yerinden kalktı ve bana doğru yürüdü.  Normalde bu tür aslanlar yaklaşır ve on/on beş dakika kadar aracın önünde tur atıp giderlerdi. Ancak böyle olmadı ve aramızda çok kısa bir mesafe var iken o bana bakıyor ben de ona bakıyordum. Her ne kadar korksam da fotoğraf çekmeye devam etmeliydim.
  Yine araçtaydık ve bir fil sürüsü bize doğru yaklaşmaya başladı. Arkalarında da yavruları vardı. Hayvanların en tehlikeli olduğu anlar ise yavrularının yanlarında olduğu anlardır. Çünkü içgüdüsel olarak onları koruma çabaları vardır. Sürü iyice bize yaklaşmıştı. Özel eğitim almış olan arkadaşlarımız hiç ses çıkarmadan oturmamıza söyledi. Ancak ben filin gözünden bir detay fotoğrafı almalıydım. Ayağa kalkıp deklanşöre basmamla fille göz göze gelmem bir oldu. Gerçekten unutamayacağım bir anım olmuştu.


  En son sıkıntımı da Uganda gorillerini fotoğraflarken yaşamıştım. Gorillere belli bir mesafeden fazla yaklaşmak yasaktır. Ayrıca göz teması kurmamamız gerektiğini söylemiştim. Fotoğraf işin içine girince arkadan gelen geri dönün seslerine rağmen dayanamadık tabi. Silverback gorillerinden biriyle göz göze geldik. Rahatsız olmuş olmalı ki yerinden kalktı ve kendini sertçe yere vurdu. İşte o an da ayaklarımın altında yerin titrediğini hissettim. Sonra ellerini göğsüne vurarak bağırmaya başladı. Sakince oradan uzaklaşmamız gerekirken arkamızı dönerek koşmaya başladık. Tüm goriller arkamızdan garip sesler çıkarıyorlardı. Sonradan öğrendik ki bu tehlike olmadığı anlamına gelmekteymiş.”
  Doğaner bu tür çekimleri tek başına yapmanın daha doğru olduğunu söyledi: “Bu tür yerlere iki üç kişiyle de gidebilirsiniz ama aracın üzerinde iki üç kişiyle aynı anda fotoğraf çekemezsiniz. İsteseniz de bu çok zordur. Yanınızdaki kişinin de fotoğrafı çok iyi derecede bilmesi, o kişinin sizi sizin de onun hareketlerini çok iyi takip ediyor olabilmeniz gerekmektedir. Ya da her araçta bir fotoğrafçı tercih edilmelidir. Ayrıca aracı kullanan kişinin bile fotoğrafı bilmesi gerekmektedir. Afrika çekimlerimin ikinci gününde sırf fotoğrafı bilmediği için şoförümü değiştirdim. Çünkü orada önemli olan sizin doğru zamanda hareket edip doğru anda deklanşöre basabilmenizdir. Fotoğrafı farklı kılan da bu kritik anlardır. Bu anlar da tesadüf değildir. Mesela ben çekeceğim fotoğrafları kafamda tasarlayarak gittim. Bir zürafa gördüğümde onu nasıl çekeceğimi biliyordum. Ama bunun için saatlerce beklemem gerekiyordu. İşte burada da farklı fotoğraflar üretebilmek adına birinci koşulumuz olan sabır kavramı devreye girmektedir. Esas önemli olan kritik anı yakalayabilmektir.”



İTALİK MİZANPAJ:  





 Söyleşi: Seda Şakiroğlu  

İTALİK Dergisi - 20. Sayı
#italik  #TicaretFotograf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder