Bir çok ülkede
çalışmaları olan Vahşi Yaşam Fotoğrafçısı Erol Doğaner söyleşimize şu
sözleriyle başladı: “Fotoğrafla ilgili alt yapınız yoksa dünyanın en kaliteli
objektifine de sahip olsanız fotoğraf üretemezsiniz. Üretseniz de fotoğraf
olmaz. Çünkü fotoğrafta her şey anlıktır. Fotoğrafı gördüğünüzde deklanşöre
bastınız bastınız. Yoksa o anı kaçırırsınız. Sıradan fotoğraf çekmek istiyorsanız
her zaman çekebilirsiniz. Ancak önemli olan sıradan fotoğraf değil sıra dışı
fotoğraflar çekebilmektir. Vahşi Yaşam Fotoğrafçılığı’da bunu gerektirir.”
Doğaner, Afrika ve
Uganda’da yaptığı çekimlerden söz ederek fotoğrafta kritik anın öneminden
bahsetti: “Afrika’ya gitmeden beş yıl önce bölge ile ilgili araştırmalarıma
başlamıştım. İlk olarak o bölgeyi fotoğraflayan kişilerin çekimlerini
inceledim. Hemen hemen hepsi birbirine benziyordu. Ne yapıp da diğerlerinden
farklı fotoğraflar üretebilirim dedim. Bunun için de birinci koşulumu sabır
olarak belirledim. Doğru anı bekleyecektim. Çünkü doğru anda deklanşöre
bastığınızda doğru görüntüyü yakalarsınız. Kritik an dediğimiz de budur. Fotoğrafı
farklı kılan, sıra dışı olmasını sağlayan şey kritik anı yakalamaktan geçer. İşte
ben de bu tür fotoğrafları çekmeyi hayal ederek gittim.
Goriller son derece
sosyal hayvanlardır ama onlara belli bir mesafeden daha fazla yaklaşmak
yasaktır. Ayrıca göz teması kurmamanız, aksi takdirde başınızı öne eğerek yavaş
yavaş geri çekilmeniz gerekmektedir. Göz teması devam ettiği sürece onlara
meydan okumuş oluyorsunuz.”
Fotoğraf sanatçısı
Kenya’nın Mara Nehri’nde gerçekleşen göç hareketi hakkında da bizi
bilgilendirdi: “Mara Nehri’ndeki göç hareketinden bahsetmek istiyorum.
Hayvanlar mevsim değişikliklerinden dolayı gitmek istedikleri yönü tamamen
içgüdüsel olarak tespit ederler. Nehrin içinde timsahlar vardır. Hatta yer yer
timsahlara yem olan, yanlış geçiş noktasına denk gelip kayan ve ayağını kırıp
nehirde kalan hayvanlar da vardır. Afrika’da ki en özel anlardan birisi
hayvanların göç anı yani Mara Nehri’nin geçiş anlarıdır.
Bu fotoğrafları çekerken
tehlike var mı diye soracak olursanız elbette vardır. Ancak hayvanları
kızdıracak bir şey yapmadığınız sürece size hiçbir şekilde zarar vermeyeceklerdir.
Zaten vahşi doğada bir müddet zaman geçirdikten sonra siz de bunun farkına
varıyor ve bir tedirginlik ya da korku hissetmemeye başlıyorsunuz. Çünkü artık
onları rahatsız edecek bir şey yapmadığınızda onlarında tehlikeli hareketler
sergilemeyeceğini anlıyorsunuz.
Belgesel nitelikli bir çalışma
yapmak istiyorsanız gittiğiniz bölgedeki insanları, vahşi yaşamı, ve
coğrafisiyle bir bütün olarak ele almalı ve fotoğraflarınızı o doğrultuda
çekmelisiniz. Ortaya ancak bu şekilde bir belgesel çalışması çıkarabilirsiniz.
Mesela televizyonda izlediğiniz belgeseller iki üç ayda çekilmiyor. İnsanlar o
belgeseller için gidip bir yıl boyunca yani dört mevsim o bölgede
kalabiliyorlar. Bunun içinde o bölgenin hükümetinden özel izin almaları ve
oranın koşullarına uygun bir şekilde yaşamaları gerekmektedir.”
Ardından fotoğrafçımız
öğrencilerden gelen sorular doğrultusunda Vahşi Yaşam Fotoğrafçılığı boyunca gerçekten
zorlandığı kesitleri anlattı: “Tedirgin olduğum anlar olmadı değil. Mesela Afrika’da
gün batımında çok güzel bir erkek aslan vardı. Yerinden kalktı ve bana doğru
yürüdü. Normalde bu tür aslanlar
yaklaşır ve on/on beş dakika kadar aracın önünde tur atıp giderlerdi. Ancak
böyle olmadı ve aramızda çok kısa bir mesafe var iken o bana bakıyor ben de ona
bakıyordum. Her ne kadar korksam da fotoğraf çekmeye devam etmeliydim.
Yine araçtaydık ve bir
fil sürüsü bize doğru yaklaşmaya başladı. Arkalarında da yavruları vardı.
Hayvanların en tehlikeli olduğu anlar ise yavrularının yanlarında olduğu
anlardır. Çünkü içgüdüsel olarak onları koruma çabaları vardır. Sürü iyice bize
yaklaşmıştı. Özel eğitim almış olan arkadaşlarımız hiç ses çıkarmadan
oturmamıza söyledi. Ancak ben filin gözünden bir detay fotoğrafı almalıydım.
Ayağa kalkıp deklanşöre basmamla fille göz göze gelmem bir oldu. Gerçekten
unutamayacağım bir anım olmuştu.
En son sıkıntımı da
Uganda gorillerini fotoğraflarken yaşamıştım. Gorillere belli bir mesafeden
fazla yaklaşmak yasaktır. Ayrıca göz teması kurmamamız gerektiğini söylemiştim.
Fotoğraf işin içine girince arkadan gelen geri dönün seslerine rağmen
dayanamadık tabi. Silverback gorillerinden biriyle göz göze geldik. Rahatsız
olmuş olmalı ki yerinden kalktı ve kendini sertçe yere vurdu. İşte o an da
ayaklarımın altında yerin titrediğini hissettim. Sonra ellerini göğsüne vurarak
bağırmaya başladı. Sakince oradan uzaklaşmamız gerekirken arkamızı dönerek
koşmaya başladık. Tüm goriller arkamızdan garip sesler çıkarıyorlardı. Sonradan
öğrendik ki bu tehlike olmadığı anlamına gelmekteymiş.”
Doğaner bu tür
çekimleri tek başına yapmanın daha doğru olduğunu söyledi: “Bu tür yerlere iki
üç kişiyle de gidebilirsiniz ama aracın üzerinde iki üç kişiyle aynı anda
fotoğraf çekemezsiniz. İsteseniz de bu çok zordur. Yanınızdaki kişinin de
fotoğrafı çok iyi derecede bilmesi, o kişinin sizi sizin de onun hareketlerini
çok iyi takip ediyor olabilmeniz gerekmektedir. Ya da her araçta bir fotoğrafçı
tercih edilmelidir. Ayrıca aracı kullanan kişinin bile fotoğrafı bilmesi
gerekmektedir. Afrika çekimlerimin ikinci gününde sırf fotoğrafı bilmediği için
şoförümü değiştirdim. Çünkü orada önemli olan sizin doğru zamanda hareket edip
doğru anda deklanşöre basabilmenizdir. Fotoğrafı farklı kılan da bu kritik
anlardır. Bu anlar da tesadüf değildir. Mesela ben çekeceğim fotoğrafları
kafamda tasarlayarak gittim. Bir zürafa gördüğümde onu nasıl çekeceğimi
biliyordum. Ama bunun için saatlerce beklemem gerekiyordu. İşte burada da
farklı fotoğraflar üretebilmek adına birinci koşulumuz olan sabır kavramı
devreye girmektedir. Esas önemli olan kritik anı yakalayabilmektir.”
İTALİK MİZANPAJ:
Söyleşi: Seda Şakiroğlu
İTALİK Dergisi - 20. Sayı
#italik #TicaretFotograf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder